Cumhurbaşkanlığı DDK, "Bu nedenle siyasetçiler, yöneticiler, akademisyenler, yazarlar, sanatçılar, sporcular, kanaat önderleri ve din adamları gibi toplumda kabul gören/saygı duyulan/öne çıkan kişiler ile baba, eş, ağabeyler olarak tüm erkeklerin kadına yönelik şiddetle ilgili sorumluluk bilinciyle hareket ederek mücadeleye destek olmaları, söylem düzeyinde ve rol model olarak şiddete karşı çıkmaları hususlarında farkındalıklarının artırılmasına ve toplumda zihniyet dönüşümünün sağlanmasına yönelik çalışmalar yapılmalıdır" önerisinde bulundu.
Cumhurbaşkanlığı DDK kadına şiddetin tanımı konusunda belirsizliklerin giderilmesi gerektiğini kaydederek, "Türkiye'de "modernleşme' ile başlayan süreçle birlikte "makbul ve muteber' kadınlık tanımı yapılmış ve bu kapsamda çoğunlukla tek bir kadın tipi muhatap kabul edilirken, bu tanıma uymayan kadınlar ötekileştirilmiştir" dedi. DDK kadına yönelik şiddetin sadece fiziksel ve cinsel şiddet olarak dar bir mücadele alanına sıkışmasına yol açıldığını, kadına yönelik diğer şiddet türlerine dair toplumsal farkındalığın oluşmamasına sebebiyet verildiğini bildirdi.
RAPORDA İLGİNÇ SAPTAMA VE ÖNERİLER
Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu, "Merkezi ve yerel kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarının, kadın ve çocuklara yönelik şiddetle mücadele kapasite ve imk'nlarının değerlendirilmesi" konusundaki Araştırma ve İnceleme Raporu'nu tamamladı.
Raporda "erkeklerin sürece d'hil edilmeleri" gibi birçok önemli saptama ve öneri yer aldı. "Eşlerin sağlıklı evlilikler kuramamalarının" aile içi şiddetin en önemli nedenlerinden birisini oluşturduğunu belirten DDK, Türkiye'de evlilik öncesi eğitimlerin ve evlilik danışmanlığı hizmetlerinin yeterli olmadığını, bu husustaki
farkındalıkların yetersiz kaldığını bildirdi. DDK, ""Sağlıksız başlayan evlilikler'in önlenmesini teminen; evlilik öncesi bireylere yönelik "eş seçimi ve evlilik' konulu eğitimler düzenlenmesi, evlilik öncesi eğitimin yaygın, etkili ve erişilebilir hale getirilmesi, evlilik öncesi eğitimler ve aile konferansları gibi faaliyetlerin hedef kitlesi, içerik ve yaygınlık açısından zenginleştirilmesi, evli çiftlere de aile içi iletişim ve uyum eğitimi verilmesini" istedi.
BOŞANMA OMBUDSMANI
Cumhurbaşkanlığı DDK, boşanma sürecinin sağlıklı yürütülememesinin, boşanma sırasında ve sonrasında tüm taraflar için şiddet riskini yükselttiğini belirterek, boşanma sürecinde ve sonrasında tarafların kontrolünde ve gönüllülük esasına göre yürütülecek bir "boşanma arabuluculuğu" sistemi geliştirilmesini önerdi, "ortak velayet"in kamuoyunda tartışılmasını istedi.
Evlerde ve okullarda başlatılan "güvenli internet" uygulamasının yaygınlaştırılmasını isteyen, çocuklar, aileler ve eğitimcilerin internetin nasıl kullanılacağı, ne türden kişisel bilgilerin ve görüntülerin internette genel kullanıma açık sosyal paylaşım sitelerinde paylaşılabileceği, internet üzerinden diğer bireylerle (özellikle yabancılarla) ne derecede irtibat kurulabileceği ve iletişim sağlanması gerektiği gibi kendilerini istismar mağduru yapabilecek riskli davranışlara karşı bilgilendirilmesi de önerildi. Raporda, "Cep telefonu kullanımının belirli bir yaş altındaki çocuklar için uygun olmadığı hususunda kamuoyu bilinçlendirilmeli, cep telefonu kullanabilecek yaşta çocuklar için ise internet kullanımına benzer bir yaklaşımla bilinçli kullanım, güvenli iletişim gibi konularda bilgi verilmelidir" denildi.
BAŞBAKANLIK GENELGESİ'NİN GEREKLERİ YERİNE GETİRİLMEDİ
"Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleri ile Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler" konulu 2006/17 sayılı Başbakanlık Genelgesinden sonra geçen süre zarfında bu konudaki eksikliklerin giderilmesi noktasında yeteri kadar mesafe kaydedilemediğini savunan DDK, müstakil "sevgi evleri" yerine apartman içindeki "çocuk evleri"nin tercih edilmesini istedi. DDK "sosyalleşme ve aile ortamı sağlama gibi hususlarda beklenen faydayı sağlamadığı ve çok daha maliyetli bir bakım modeli olduğu ifade edilen sevgi evleri modelinden zaman içerisinde vazgeçilerek çocuk evlerini yaygınlaştırma çalışmalarına öncelik verilmelidir" dedi.
KAYIP ÇOCUKLAR KONUSU İDARİ DEĞİL ADLİ VAKA KABUL EDİLMELİ
DDK, sosyal hizmet kuruluşlarından izinsiz ayrılan çocuklar da d'hil olmak üzere her kayıp çocuk başvurusunun, çocuğun mağdur olabileceği dikkate alınmak suretiyle "idari vaka" yerine "adli vaka" olarak kabul edilmesini ve adli soruşturma usulleri uygulanması gerektiğini bildirdi.
Ali Bakanlığı'nın birçok yararlı çalışma yaptığını kaydeden DDK, "Kadına yönelik aile içi şiddetle mücadele kapsamında hayata geçirilen destek programlarında faillerin rehabilitasyonunu da sağlamaya yönelik mevzuat düzenlemesi yapılmış olmakla birlikte uygulamada gerekli adımlar yeterli düzeyde atılamamıştır" dedi.
MODERNLEŞMENİN TANIMINA UYMAYAN KADINLAR ÖTEKİLEŞTİRİLDİ
Kadına ve çocuğa karşı şiddetle mücadeleye ilişkin politikalar belirlenirken şiddetin tanımı ve kapsamına ilişkin belirsizlikler giderilemediği için şiddetin tüm boyutlarını birlikte ele alan ve bunların tamamını bertaraf etmeyi hedefleyen stratejilerin tam ve etkin bir biçimde oluşturulamadığını anlatan Cumhurbaşkanlığı DDK raporunda şu saptama ve öneriler de yer aldı:
"-Kadınların şiddete açık hale gelmesinde devlet, toplum ve gelenekler tarafından kadınlara uygun görülen rollerin de etkili olduğu düşünülmektedir. Zira, Türkiye'de "modernleşme' ile başlayan süreçle birlikte "makbul ve muteber' kadınlık tanımı yapılmış ve bu kapsamda çoğunlukla tek bir kadın tipi muhatap kabul edilirken, bu tanıma uymayan kadınlar ötekileştirilmiştir. İnançları, ideolojileri, gelenekleri, sosyal ve çevresel etkiler veya kişisel tercihler gibi nedenlerle "makbul ve muteber' kadın tanımından farklılaşan kadınların istihdam ve eğitim imk'nlarının kısıtlanmış olması, bu tavra önemli bir örnek teşkil etmektedir. Böyle bir tutum ülkemizde kadınların üretken bireyler olarak sosyal hayata katılımını kısıtlamış, bazı kadınların eğitim ve çalışma hayatına katılım hakkından yeterince yararlanamamaları sonucunu doğurmuştur. Bu durum, toplumda ve geleneklerde kadın konusunda reaksiyoner tavırlar geliştirilmesine sebep olmuş; kadına istenen şekilde değişmemesi yönünde telkinlerde bulunularak kendi tanımları doğrultusunda hareket etmeleri yönünde caydırıcı ya da özendirici uygulamalar gerçekleştirilmiştir.
Gerek devlet gerekse diğer tarafların (gelenekler, çeşitli dini yorumlar, toplum vb.) kadının birey olduğu gerçeğinden uzaklaşarak kendi kadınlık tanımlarını öne çıkarması; her açıdan kadınların güçsüzleşmesine, bazı temel insan haklarından mahrum bırakılmak suretiyle ikincilleşmesine ve şiddete açık hale gelmesine yol açmıştır. Ayrıca, herkesin kendi makbul ve muteber kadınlık tanımı çerçevesinde pozisyon alması, diğer kadınların sorunlarına duyarsız hale gelinmesine neden olmuştur. Bir bakıma, kadına yönelik şiddetin sadece fiziksel ve cinsel şiddet olarak dar bir mücadele alanına sıkışmasına yol açılmış ve kadına yönelik diğer şiddet türlerine dair toplumsal farkındalığın oluşmamasına sebebiyet verilmiştir.
-Risk altındaki kişilerin erken dönemde tespit edilmesine yönelik çalışma ve programlara ağırlık verilmeli.
-Kadına ve çocuğa şiddet konusundaki istatistikler düzenli, yeterli düzeyde ve kalitede değil.
-Pek çok kamu kurumu kadına veya çocuklara karşı şiddetin önlenmesine veya bu soruna müdahale edilebilmesine yönelik çalışmalar gerçekleştirmektedir. Ne var ki, bu kurumlar ve çalışmalar arasında etkin bir koordinasyon bulunmaması, şiddete karşı "müdahaleden mücadeleye geçilememesine' neden olmaktadır.
-Kadına ve çocuğa yönelik şiddetle mücadele, sadece Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığının sorumluluğunda görülemeyecek kadar çok taraflı ve karmaşık bir sosyal olgudur. Bu nedenle, "şiddete müdahale değil şiddetle mücadele' kültürüne hakim bir çevrenin oluşturulmasına ilişkin ihtiyaç duyulan yaklaşım; genel bir toplumsal hareket çerçevesinde tüm kurumların, sivil toplum kuruluşlarının, medyanın, üniversitelerin ve bireylerin eşgüdüm ve işbirliği içerisinde hareket etmelerini gerektirmektedir.
-Şiddetle mücadelede yeni bir yol haritasının oluşturulması gerekmektedir.
-Kadına ve çocuğa yönelik şiddete zemin hazırlayan ortamlar içinde sağlıksız ve işlevsiz ailelerin önemli bir yeri olduğu görülmektedir. Fonksiyonel olmayan aile olarak da tanımlanan bu yapılarda "aşırı stres, anlamlı iletişim eksikliği, duygularla başa çıkamama, birbirine destek olmama, yıkıcı tenkit, cesaret kırıcı bir ortam, bireylerde olumlu yönde gelişememe' gibi sorunlar yaygınlıkla görülmektedir. Bu kapsamda, modernleşme, kentleşme ve iç göç gibi olgularla da erozyona uğrayan fonksiyonel aile kurumunun güçlendirilmesi ve pekiştirilmesi gerekmektedir.
-Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde kadın intiharları erkek intiharlarına yaklaşmakta hatta bazı illerimizde geçmektedir. Değişik bilimsel çalışmalarda da belirtildiği üzere bu vakaların kadınların kendilerine yönelen muhtelif şiddet türlerinin (fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik) bir sonucu olduğu anlaşılmaktadır. Kadın intiharlarının diğer bölgelere göre yüksek olduğu illerimizde intiharların gerçek nedenlerini tespit etmek, önlenmesi yönünde uygulanacak politikaları sağlam temellere oturtmak ve beklenen etkinliği sağlayabilmek açısından bilimsel çalışma yapılmalı.
-Ensest olgusu, dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadına ve çocuğa karşı cinsel şiddet eylemlerinin en önemli türlerinden birisini oluşturmaktadır. Ensest olgusunun belirlenmesi, vakalara müdahale ve sonrasındaki süreçte verilen hizmetlere ilişkin eksiklikler bulunmaktadır. Bu nedenle; Ensest olgusunun varlığı, nitelikleri, dinamikleri, mağdura yansımaları (hangi hallerde ensest olgusundan şüphelenilmesi gerektiği) ve müdahale stratejileri gibi hususların öğretmenler, hekimler/sağlık çalışanları, kolluk görevlileri, sosyal hizmet uzmanları ve çocuğa temas eden diğer meslek elemanlarına yönelik temel ve hizmet içi eğitim programları müfredatlarında yer alması sağlanmalı, Çocuklara küçük yaşlardan itibaren profesyonellerce güvenli ilişkiler (güvenli dokunuşlar, güvenli mesafeler, kişilere göre mahremiyet alanları ve vücudun mahrem yerleri) konusunda bilinç artırıcı eğitimler verilmeli, Aileler için asgari şartlarda da olsa aile mahremiyetine uygun, hijyenik ve sağlıklı ortamlarda yaşama imkanları sağlanmalı, Çocukların internet üzerinden ve diğer şekillerde pornografik yayınlara maruz kalmaları engellenmeli, Ensest olgusuna ilişkin cezai hükümler kamuoyunda bilinir hale getirilmek suretiyle cezaların caydırıcılığı sağlanmalı, Mağdura ve ailenin diğer üyelerine ruh sağlığı ve rehabilitasyon hizmetleri verilmeli, gerekli ekonomik destek sağlanmalı, Psikolojik rahatsızlıkları olan failler için etkin rehabilitasyon programları geliştirilmeli, Şiddete ilişkin geliştirilecek veri toplama yöntemlerinde ensest olgusuna ilişkin değişkenlere de yer verilerek sorunun yaygınlığına ve zaman içindeki değişim trendine ilişkin düzenli takip yapılmalıdır.
-Ülkemizin özellikle bazı bölgelerinde, kız çocuklarının eğitim fırsat ve imk'nlarından erkeklerle eşit biçimde yararlanamadığı; belli bir yaştan sonra kız çocuklarının okula gönderilmemesi yönünde bazı tercihlerin olduğu bilinmektedir.
-Şiddet mağduru veya suça sürüklenen çocuklara ilişkin acil korunma kararının idare tarafından alınabilecek ve kaldırılabilecek esnekliğe sahip olması sağlanmalıdır.
-Çocukların suçluluğunun bir nevi mağduriyet olarak da kabul edilmesi gerektiği ve çocukların geleneksel cezalandırma yöntemleri çerçevesinde ceza infaz kurumlarına alınmalarının bu çocukların gelişimi ve rehabilitasyonu açısından yaratacağı olumsuzluklar göz önüne alındığında; hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kamu davasının açılmasının ertelenmesi ve uzlaşma müesseselerinin uygulanmasında suça sürüklenen çocuklar yetişkinlerle aynı kurallara tabi olmamalı, bu sistemler daha geniş ve esnek olarak uygulanabilir hale getirilmelidir.
-Kadın konukevleri artırılmalı, daha iyi hale getirilmeli, ihtisaslaşmış konukevleri oluşturmalı.
-Gebe çocuklar ile çocuk annelerin konuk evlerinde barındırılması, söz konusu mağdurların yaşlarına ve içinde bulundukları durumun hassasiyetine uygun hizmet alamamalarından kaynaklanan önemli sorunlara neden olmaktadır.
-Çocuk korumada İlk Adım İstasyonlarının yeterli değil.
-Çocuk polisi birimleri fiziki şartlar açısından oldukça yetersiz ve elverişsiz şartlarda hizmet vermektedir.
-Sorunun yaygın yaşandığı şehirlerde adliyeler bünyesinde Cumhuriyet Başsavcılığı aile içi şiddet bürolarının yaygınlaştırılmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
-Kadına ve çocuğa yönelik şiddetin önlenmesi, vakalara müdahale edilmesi ve uzun vadede toplumun şiddetten arındırılması için faaliyet yürüten sosyal destek merkezlerinin hizmetlerine erişimde, hizmetlerin faydalanıcıların ihtiyaçlarına cevap vermesinde ve kalitesinde sorunlar var.
-Kentleşme; komşuluk, akrabalık, hemşerilik gibi geleneksel sosyal kontrol ve destek mekanizmaları ile ilişki kalıplarının kırılmasına ve birey odaklı yaşamın ön plana çıkmasına neden olmuştur. İfade edilen geleneksel sosyal yapı ve bu yapının sağladığı koruma ve destek, bireyler arası sorunların çözülmesinde de önemli bir rol üstlenmekte iken; bu sosyal koruma ve destek mekanizmasının zayıflaması muhtelif sosyal sorunları beraberinde getirmiş veya artırmıştır."