Önceleri Romanlara bakılarak senaryo yazıp dizi çekerlerdi. Şimdilerde ise uyduruk senaryolara bakıp roman yazar oldular.
Her önüne gelen, tarihi bir karakter seçip, sağdan soldan duyduğu yarım yamalak bilgi ile roman yazıyor, seçtiği tarihi karakteri kendi hayalindeki karaktere büründürerek gerçeği ile alakası olmayan bir kişilik olarak yansıtıyor. Şehvani duyguları aşk zannedenler, aşkın adını da kirletiyorlar.
Bildiğiniz gibi Osmanlı Devleti’nin en büyük şahsiyetlerinden biri olan Kanuni Sultan Süleyman Hazretlerini konu alan ahlaksız bir dizi çekmişler ve bütün tepkilere rağmen uyduruk senaryolara devam etmişlerdi. İslam Şeriat’ın en güzel tatbik edildiği zaman dilimlerinden biri olan Kanunî devrinin halk ve saray hayatını, İngiliz Kraliyetinin halkı ve saray yaşantısı gibi göstermeye çalışmışlar, insanların zihnindeki BÜYÜK OSMANLI algısını, Cumhuriyet dönemi palavralarıyla paralel düşen “kadın düşkünü, zampara padişah” yalanları ile yıkmak istemişlerdi.
Bu tip kara propagandaların romanlara da yansıdığını görüyoruz…
Roman aslında bir kurgudan ibarettir. Ancak tarihi bir karakter ele alınacaksa bunun üzerine kurgu yapılamaz, gerçeklerin anlatılması gerekir. Yapılması gereken şey hikayede oluşan boşlukları o zamanın ve zeminin şartlarına göre doldurmaktır…
Ancak son zamanlarda özellikle Osmanlı devrinde yaşamış önemli şahsiyetleri konu alan romanların gerçeği yansıtmak şöyle dursun büyük iftiralar ile dolu olduğunu görüyoruz.
MİMAR SİNAN HAZRETLERİNE İFTİRA
Bunlardan size sadece bir misal vereceğiz.
“İki Cami arasında aşk” adı ile yazılan, sözde “mihrimah ile Sinan” aşkını(!) anlatan “Mürvet Sarıyıldız” adında şahsın yazdığı bir roman. Romanda Mimar Sinan’ın yanında Osmanlı’ya ve Padişaha da iftiralar mevcut. En başta dediğimiz gibi: “senaryodan yola çıkılarak oluşturulan bir romandan” ancak bu kadarı beklenebilirdi…
Romanda dünyanın zekasına hayran olduğu Mimar Sinan hazretlerinin Kanunî Hazretlerinin kızı Mihrimah Sultan’a aşık olduğu, Prut nehrine bu aşk nedeniyle 13 günde köprü yaptığı, diğer Mimar başının hasetten hasta olup öldüğü, Mihrimah Sultan Cami’sine de bu aşkı yansıttığı, yaptığı eserleri “ismim duyulsun, herkes bilsin” için yaptığı gibi iftiralar başlıca göze çarpanlar arasında. Şimdi size bu iftiralardan birkaç tanesini sunalım:
KANUNİ’YE İFTİRA İLE BAŞLIYOR
“Padişah ise düşünceli bir halde hem Preveze’den gelecek olan haberi bekliyor hem de bir an önce nehri aşarak gözünün nuru payitahtta ve güzeller güzeli şahı Hürrem’ine kavuşmak istiyordu” (A.g.e s.13)
Payitaht ve Hürrem Kanunî hazretlerinin kavuşmak için can attığı yermiş. Daha en başında Muhteşem Yüzyıl adlı ihanet dizisinin senaryosunun romana dökülmüş hali olduğu çok açık bir şekilde görülüyor. Ömrünü at üstünde seferde geçiren bir padişahın gözünün payitahtta değil şahadette olduğunu anlamayacak kadar cahil insanların kurguları olduğu belli oluyor.
“Saray kurallarına pek uymasa da Kanunî, kendisine uğur getirdiğini düşündüğü kızını, seferlerde genelde yanında götürüyordu” (A.g.e s.15)
Yazar, Mimar Sinan ile Mihrimah Sultan’ı karşılaştıracak ya! O’nu da sefere katıyor. Bunu da “Kanunî’nin uğur getireceğine” inanmasına bağlıyor…
Böyle bir saçmalık işte ancak romanlarda olur… Onlar bir kızın, nalın, çivinin uğur getireceğine inanacak kadar imanı zayıf, Allah’a tevekkülü noksan insanlar değildiler… Katıldıkları savaşlarda da tek amaçları ilayı kelimetullahın yükselmesi ve şahadet şerbetini içmekti.
Tarihin derinliğine ve o dönemin yaşam tarzına vakıf olanlara mizah gibi gelecek bu girişten sonra sonra yazar, Mimar Sinan ile Mihrimah’ı dere kenarında karşılaştırıp şöyle diyor:
“Mührimah’ı düşündüğünde kendinden geçiyordu. At üstünde gitmesini, sarı saçlarını, narin parmaklarını hatırladı. Yüzünün güzel duru beyaz güzelliğini, tebessüm ettiğinde yanağında oluşan o küçük gamzeyi….. tekrar takrar hayal etti.” (A.g.e. s.33)
Osmanlı’nın özellikle o dönemlerinde değil bir kadının saçını görmek, yüzünü görmek bile imkansızdı. Kadınlar tesettüre tam riayet ederlerdi. Mimar Sinan ise o kadar asker içinde Padişah’ın sefere getirdiği(!) kızının sarı saçlarını, yüzünü, parmaklarını görmüş… Ve aşık olmuş… Hep onu hayal eder olmuş…
Gördüğünüz gibi hem Mihrimah Sultan’a İslamın tesettür emrini yerine getirmediği iftirası atılıyor, Mimar Sinan Hazretlerine ise “harama bakmak” iftirası atılıyor.
Bunları sırayla sayıp cevap verecek değiliz. Kitap baştan sonra saçma sapan kurgu, yalan ve iftiradan ibaret… Biz Mimar Sinan hazretlerine bu ve benzeri kitaplar ile atlan iftiralara cevap vereceğiz.
MİHRİMAH SULTAN CAMİİ’NDE AŞKINI MI YANSITTI?
Öncelikle şunun altını kalın bir çizgi ile çizelim. Mimar Sinan Hazretlerinin, Mihrimah Sultan’a aşık olduğu yönünde hiçbir tarihi kayıt yoktur. Bu büyük bir yalandır. Kendisi ile Mihrimah Sultan arasında 35 yaş fark vardır. Bunun dışında saray ve haremin bu ihanet dizilerinde yansıtıldığı gibi olmadığını zaten biliyoruz. Mimar Sinan’ın bile padişahın kızını görmek bir yana, hareme girmek gibi bir lüksü de olamazdı. Dahası, bahsettiğimiz devlette padişahın yüzüne bakmak da uygun görülmezdi. Bu durumda Sinan’ın kendisinden neredeyse 35 yaş küçük olan Mihrimah Sultan’ı görüp aşık olmasını bırakın, bazı rivayetlerde geçtiği gibi bu hanımsultan tarafından huzura çağırılmış olması bile imkansız.
Gelelim camiye…
Mimar Sinan, yaptığı camiye bir kadının eteği silüeti vermiş, Edirnekapı tarafında bir cami daha yaptırmış ve güneş ordan batarken Mihrimah camiinden ay doğuyormuş. Bu aşkının bir ifadesiymiş!
Mihrimah Sultan, gerçek tarih kayıtlarında geçtiği üzere çok hayırsever bir hanımdır. Devletin imkanlarını halkın refahı için kullanmaya çalışmış ve bir çok eserler yaptırmıştır. Mesela “Ayn-ı Zübeyde” suyunu nakleden su yollarını tamir ettirerek, mubarek beldelerin ve hacıların su ihtiyacının karşılanmasını sağlamıştır.
Mimar Sinan, yaptığı eseri kimin adına yapıyorsa ona bir alamet bırakan çok zeki bir mimardır. Mihrimah Sultan Camii ile halkına Allah rızası için büyük faydaları olmuş bir kişiye tabiri caiz ise jest yapmıştır. Eserdeki incelik onun Mihrimah Sultan’a aşık olduğunu değil ancak hürmetini ifade eder.
Bakınız mesela kaptanı derya adına yaptığı Piyale Paşa camisinde hiçbir cami de yapmadığı bir şey yapmış, minareyi caminin ortasına oturtmuş, camiye bir gemi silueti vermiştir. Buna bakarak Mimar Sinan’ın paşaya da aşık olduğunu mu iddia edeceksiniz? Elbette hayır. Dolayısıyla bu büyük bir iftiradır…
ALLAH AŞKI İLE YANAR VE İSLAM DAVASI GÜDERDİ
Batılıların hayran kalıp, akıl sır erdiremeyip kalem kağıt yırtıp, saç baş yoldukları Selimiye Cami’ni Allah’ın izniyle yapan Mimar Sinan tarihe altın harfler ile geçen şu sözleri söylüyor:
“Hıristiyanların mimar geçinenlerinin: “Müslümanlara galebemiz var; Ayasofya’nın kubbesi gibi bir kubbe devlet-i İslamiyye’de inşa olunamamıştır!” dediklerini duymuştum. Bu sözler, nice bir zaman şu fakirin gönlünde bir acı ukde olup kalmıştı. Nihayet Rabbimin izniyle Selimiye’nin kubbesini Ayasofya’dan altı zira yüksek, dört zira geniş bina eylemekle kefere-i fecerenin mimar geçinenlerine galebe çalmış olduk”
Her taşında bir sır gizlenen ve görenlerin hayran olduğu Selimiye caminin minarelerinin neden böyle uzun olduğu sorulunca Koca Sinan şu cevabı vermiştir:
“Bu topraklara düşman giremeyecektir; girse de duramayacaktır! Çünkü bu minareler, kıyamete dek: “Bu ülke Müslüman Türklerindir” diye arşa kadar haykıracaktır.”
İşte ruh… İşte iman… İşte Koca Sinan…
Derdi, davası, gayesi, maksadı İslam…
ALLAH DOSTUYDULAR
Bu zatlar aynı zamanda Allah’ın samimi kulları idiler. Mimar Sinan’ın yaptığı eserlerdeki inceliğin nereden geldiğini şu kayıt daha iyi gösterecektir.
Kanuni Sultan Süleyman Han, Süleymaniye camisinin inşasına karar verdiği zaman Resulüllah Efendimizi rüyasında gördü. Hazreti Peygamber, ona caminin nereye yapılacağını göstermekten başka caminin iç ve dış unsurları hakkında da bir takım talimatlar vardi. Bunları “Minberi şuraya, mihrabı şuraya, kürsüyü de şuraya yapasınız!” şeklinde tafsilatlı bir şekilde ifade buyurdu.
Büyük bir sürur ve heyecanla uyanan Kanuni, Alemlerin Efendisi’ne salavat getirerek gözyaşları içinde Cenab-ı Hakk’a şükretti. Ertesi gün ilk iş olarak derhal Hazret-i Peygamber’in işaret buyurduğu mahalle giderek Mimarbaşı Koca Sinan’ı oraya çağırdı ve buraya bir cami-i şerif yaptıracağını söyledi. Koca Sinan da, zaten bu teklifi bekliyormuşcasına Sultan’a:
“Devletü Sultan’ım! Camiyi bu yere şu minval üzere yaparız; mihrabı şurada, kürsüs de şurada olur” diyerek Kanuni’ye rüyasında vaki olan Peygamberimizin mübarek ifadelerini tekrarladı.
Bunun üzerine Kanuni, mütebessim bir şekilde Sinan’a bakarak:
“Mimar başı! Haberli gibisin” dedi.
Koca Sinan başını edeple önüne eğdi ve aynı rüya-yı sadıkayı kendisininde gördüğünü izhar sadedeinde:
“Sultanım! Sizin hemen arkanızda idim!” dedi.
İşte Allah dostu bir padişah ve mimarı… Yapacakları eserleri bile Resulüllah’ın tarif ettiği kutlu insanlar…
Yine tarihi kayıtlara geçtiği üzere Süleymani’ye camii inşa edilirken Frenk Krallarından biri, caminin içinde kullanılması için kaliteli bir mermer göndermişti. Ancak Koca Sinan, bu durumdan, yani gayr-i Müslim bir kralın cami inşaatına yardımcı olmasından şüphelenerek mermeri yardırdı. İçinden imalat esnasında hususi bir şekilde işlenmiş bir haç çıktı. Mimar Sinan bu haçı herkesi üzerine basması için müşahade edilebilen bir yere koydurdu.
ÖVÜNMEYİ SEVMEYEN TEVAZU ABİDESİ
Süleymani’ye camiinin açılışını Mimar Sinan’ın yapmasını isteyen Kanuni’ye, Koca Sinan şöyle demiştir: “Sultanım! Hattat Karahisarî bu cami-i şerifi hatlarıyla tezyin ederken gözlerini feda etti. Bu şerefi ona bahşediniz.”
Yaptığı muazzam camiye kendini hatırlatacak bir imza bile koymamış, kabrini bile Süleymaniye külliyesinin dışında inşa ederek tevazuunu da eseri gibi kıyamete kadar göstermiştir.
Selimiye Camii’ni tamamladığında adının kitabeye yazılması teklifine ise şöyle cevap veriyordu: “Ben kim oluyorum ki Allah’ın evine ismimi koyayım!..”
ALDANMAYIN-KANMAYIN!
Tarihi bilmeyenlerin yazdığı tarih romanlarına aldanmayın. Mesela bakınız İskender Pala da edebiyat alanında usta bir yazardır. Ancak tarihi bir roman yazmış ve okurlarını hayal kırıklığına uğratmıştır.