Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank ile Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, Tuzla’daki endüstriyel enzim fabrikası LIVZYM Biyoteknoloji’nin açılışına katıldı.
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank ile Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, Tuzla’daki endüstriyel enzim fabrikası LIVZYM Biyoteknoloji’nin açılışına katıldı. Açılışa aynı zamanda Pendik Belediye Başkanı Ahmet Cin ve Tuzla Belediyesi Başkanı Dr. Şadi Yazıcı da katıldı.
Programda konuşma yapan Bakan Varank, “Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinin ilk ve tek, Biyoteknoloji Ar-Ge Fabrikasının açılışı için sizlerle bir aradayız. Aslında bugün, bundan tam 7 sene önce sayın Cumhurbaşkanımızın vizyonuyla başlayan bir hikâyede sona geliyor, önümüzdeki dönemde yazılacak yeni başarı hikâyelerinin ilk adımını atıyoruz. Her şey 2013’te sayın Cumhurbaşkanımıza yapılan bir sunumla başladı. Sunumun konusu ülkemizde biyoteknoloji enstitüsü kurulması ve enzimlerin yerli imkânlarla üretilmesiydi. O sunumu yapan kişi, işte bugün açılışını yaptığımız bu fabrikayı sıfırdan kuran Hocamız Serdar Uysal’dı. Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla, derhal harekete geçildi. Amerika’daki kariyerini bırakan Hocamız, yurda kesin dönüş yaptı ve çalışmalarını Bezmialem Üniversitesi’nde yürütmeye başladı.
LIVZYM girişiminin ilk temelleri de 2014 yılında verdiğimiz KOSGEB destekleriyle atıldı. Zaman içinde önce Bezm-i Alem Üniversitesinde Yaşam Bilimleri ve Biyoteknoloji Enstitüsünü kurduk. Hatta 9 ay önce kurdeleyi kesmek de yine bana nasip oldu. Tersine beyin göçüne ev sahipliği yapan bu enstitü, kurulu altyapısıyla ülkemizi sağlık teknolojileri alanında üst seviyelere taşımayı amaçlıyor.
İşte şimdi de enstitüde Ar-Ge’si yapılan projelerin, seri üretiminin gerçekleştirileceği bu eşsiz fabrikayı ülkemize kazandırıyoruz. Bakanlığımız süreç boyunca hep bu girişimin yanındaydı. Fabrikanın bugünlere gelmesinde; öncelikli yatırım teşviklerimiz, TÜBİTAK ve KOSGEB desteklerimizin kritik bir rolü var. Biyoteknoloji, pek çok sektörde önemli etkiler oluşturan yükselen teknolojilerden birisi.
Nanoteknoloji, genetik ve malzeme alanlarıyla doğrudan ilişkili bir teknolojiden bahsediyoruz.
Gıda, tarım ve hayvancılık alanındaki çıktıların yanı sıra, tıbbi, kimyasal ve çevre biyoteknolojileri de muazzam bir büyüme potansiyeli taşıyor. İlaç sektörünün geleceği de biyoteknolojide dersek, sanırım abartmış olmayız. Dünyada biyoteknolojik ilaçların kullanım oranı yüzde 30’a yaklaşmış durumda.
Küresel Ar-Ge harcamalarından oldukça yüksek pay alan bu alanda, dünyada kıyasıya bir yarış var.
Ülke olarak biz de biyoteknolojinin giderek artan öneminin farkındayız. Burada bütüncül bir yaklaşımı takip ediyor; Üniversitelere, araştırma merkezlerine ve firmalara çeşitli destekler sunuyoruz.
Aynı zamanda bu alandaki nitelikli insan kaynağına yatırımı da çok önemsiyoruz.
Bunun için, araştırma altyapılarını teşvik ediyor; Uluslararası Lider Araştırmacılar ve Sanayi Doktora Programları gibi başlattığımız yenilikçi projelerle, güçlü bir temel oluşturmaya çalışıyoruz.
Vizyoner politikalarımızdan bir diğeri de Teknoloji Odaklı Sanayi Hamlesi programı.
Programda ilaç sektörünü öncelikli alanlardan birisi olarak kabul ettik.
Hamle Programında; tüm desteklerimizi uçtan uca yönetip, alıcı ve satıcıyı aynı anda teşvik ediyoruz.
Kısaca özetlemeye çalıştığım tüm bu imkanların, sanayimize bugünkü gibi yenilikçi fabrikalar ve katma değer olarak dönmesi en büyük temennimizden biri.
Bugün açılışını yaptığımız fabrikayla ilgili birkaç önemli hususun altını çizmek istiyorum.
Öncelikle şunu söylemeliyim.
Bu yerleşke beni gerçekten çok heyecanlandırıyor. Peki neden? İlk olarak arkamda gördüğünüz şu kocaman biyoreaktörlere dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu biyoreaktörler aslında bu fabrikanın omurgaları. Reaktörlerin hepsini bizim mühendislerimiz tasarladı ve üretimi ülkemizde yapıldı.
Bu Türkiye’de ilk defa oluyor. Böylece çok ciddi bir teknik birikim kazanmış olduk.
Burası hiçbir danışmanlık alınmadan, tasarımdan kuruluma, biyoreaktör inşasından borulamaya kadar yerli imkânlarla tamamlandı. İstersek bu özgün teknoloji birikimini, ihtiyacı olan yurt içindeki şirketlerle paylaşma imkânına da sahibiz. İkincisi, bu fabrika sayesinde, yüzde 100 dışa bağımlı olduğumuz enzim ithalatını engelleyebileceğiz. Çok farklı enzimlerin ithalatına yılda 150 milyon dolar harcıyoruz. 5 senelik bir dönemde, kapasite artışıyla birlikte bu tutarın yüzde 90’ını ülkemizden karşılayabiliriz. Bu fabrika ilk aşamada gıda güvenliğini odağına alarak; un ve früktoz şurubu üretiminde kullanılan endüstriyel enzimleri tamamen yerli ve milli imkânlarla üretmeyi hedefliyor.
Tek başına bu alanda Türkiye, yılda 30 milyon dolar ithalat yapıyor. Aldığım bilgilere göre, şu an nihai ürünlerin kalite test ve analizleri devam ediyor. Elbette sonuçlara bağlı olmakla birlikte, önümüzdeki hafta ilk satış gerçekleşebilir.
Üçüncüsü, evet enzimde dışa bağımlılık azalıyor, ama aynı zamanda bu işin ihracat boyutu da var.
Hatta bu ihracatın kilogram başına katma değeri üretilecek enziminin niteliğine göre 20 ila 100 dolar arasında değişiyor.
Hâlihazırda ülkemizin kilogram başına ortalama ihracat katma değerinin sadece 1,4 dolar olduğunu hesaba katarsak; Yapılan işin ne kadar kıymetli olduğu net bir biçimde ortaya çıkıyor.
İşte yüksek katma değerli üretim dediğimiz şey bu. Ürüne kattığınız değer arttıkça; daha rekabetçi, daha vazgeçilmez ve daha zengin oluyorsunuz. Bu fabrikanın beni heyecanlandıran son özelliğiyse, aşı ve ilaç üretimi alanlarında güçlü bir altyapıyı kazanmış olmamız.
Gerekli çevresel tedbirleri ve sertifikasyonları almak kaydıyla, ihtiyaç halinde bu tesiste, yüksek montanlı aşı üretimi gerçekleştirilebilir. Biliyorsunuz TÜBİTAK çatısı altında kurduğumuz KOVİD-19 platformunda 17 farklı proje yürütüyoruz. Bunların 8’i aşı, 9’u da ilaç geliştirme alanında. Gururla ifade edebilirim ki, yürütülen bu projelerde yurtdışında yapılan çalışmalardan hiçbir eksiğimiz yok.
Bilakis fazlamız, yani hiçbir yerde denemeyen yenilikçi yöntemlerimiz de var. Evet bu bir bilimsel yarış, kazananı zamanla göreceğiz. Ama Türkiye’nin gerek aşı gerekse ilaç alanında virüsle en iyi şekilde savaşan ve bir çözüm bulmaya yaklaşan bu alanda dünyada fark oluşturabilecek ülkelerden bir tanesi. Kim bilir, belki de şu an Ar-Ge’si büyük bir hızla devam eden projelerimizden bazılarına, açılışını yaptığımız bu tesis seri üretim desteği verecek. Sözün özü; ülkemiz bu fabrikayla, kritik teknolojilerde rekabet gücümüzü artıracak çok önemli bir altyapıya sahip oldu. Burada yapılacak her üretim; biyoteknoloji alanında yetkinliğimizi artırmanın yanında, 20-30 yıl sonrasının teknolojilerini de bugünden inşa edecek. Son 18 senede Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde hayata geçirdiğimiz Ar-Ge ve reform paketleriyle güçlü bir ekosistem kurduk. Ekosistemin güçlenerek yoluna devam etmesi için imkânlarımızı seferber etmiş durumdayız. Salgın boyunca güçlü yurt içi sanayimiz sayesinde, ihtiyaç duyulan her ürünü kolayca üretebildik.
Bununla birlikte sağlık endüstrisinde yenilikçi ürünler geliştirerek küresel rekabette biz de varız dedik.
Rekor sürede ürettiğimiz yerli yoğun bakım solunum cihazıyla, muadillerinden üstün bir ürünü piyasaya çıkardık. Tanı kitleri, aşı ve ilaç projelerimizle takip eden değil, takip edilen bir ülke haline geldik. İnşallah bundan sonraki dönemde de performansımızın üzerine koyarak devam edeceğiz.
Biliyorsunuz pandemiyle birlikte, girişim ekosistemini koruyan önemli adımlar attık. Bunlardan birisi de uzaktan çalışma imkânının getirilmesiydi. Ar-Ge merkezleri ve teknoparklardaki yüzde 50 uzaktan çalışma imkânı uygulaması mevcutta 30 Haziran’da bitiyordu. Bu uygulamayı Temmuz sonuna kadar uzatıyoruz.
Ekonomik göstergelerde güçlü bir canlanmaya şahit oluyoruz. Zorlu geçen Nisan ayının ardından, Mayıs’tan itibaren reel sektörden birbiri ardına güzel haberler gelmeye başladı. Haziran’da reel sektördeki canlanma hız kazandı. Rakamlara değinmemizde fayda var. Bu ayın ilk 18 gününde sanayideki elektrik tüketimi, Nisan ve Mayıs’ın aynı dönemini şimdiden geride bıraktı.
İlk 18 günde OSB’lerdeki elektrik tüketimi, Mayıs’a göre yüzde 26 arttı. Yılın ilk 5 ayında sanayi siciline 5 bin 547 işletme kaydoldu. Sadece organize sanayi bölgelerimizde, ilk 5 ayda 520 yeni fabrika üretime geçti. Yatırım talebi de, geçen seneye göre daha güçlü. İlk 5 ayda 67 milyar liralık yatırım teşvik belgesi düzenledik. Bu yatırımlarla 110 bin vatandaşımıza yeni iş imkânları doğacak.
Haziran ayında; tüketici, sektörel ve reel sektör güven endeksleri güçlü bir yükseliş kaydetti.
İmalat sanayinde kapasite kullanım oranları arttı. Hedefimiz bu gidişatı kalıcı ve sürekli bir yapıya oturtabilmek. Avrupa’dan ve başlıca ihracat pazarlarımızdan gelen verilerde de toparlanma var.
Dış piyasalardaki toparlanma bize sipariş artışı, talep artışı olarak dönecek. İşte bu koşulların devam etmesiyle de; ekonomik canlanmanın daha da hızlanmasını ve yılın son iki çeyreğinde güçlü büyüme oranlarına ulaşmayı bekliyoruz.
Sözlerimi noktalarken; bu fabrikanın ülkemize ve bölgemize hayırlı olmasını diliyorum.
Sayın Cumhurbaşkanımızın vizyonunu hayata geçiren ve bu tesise emek veren herkesi yürekten kutluyorum, eşsiz bir işe imza attınız. Serdar Hocam, mikro-organizmanın geliştirilmesinden biyoreaktörün tasarımına kadar her aşamada nasıl canla başla çalıştığınızı biliyorum.
Pek çok kişiye ilham olacaksınız, bundan eminim. Bezm-i Alem Üniversitesi, Yaşam Bilimleri ve Biyoteknoloji Enstitüsünün bu fabrikayla organik bağı İnşallah çok yenilikçi işlerin önünü açacak” dedi.
“Bugün, 7 alanda daha çiftçilerimize destekleme ödemelerine başlayacağız. Toplam 294 Milyon 243 Bin Lira destek bugün saat 18.00 itibariyle çiftçilerimizin hesaplarına aktarılacak”
Programda konuşma yapan Bakan Pakdemirli ise, “Bildiğiniz üzere geçen yıl, 15 yıl aradan sonra, çok büyük bir katılımla, 3. Tarım-Orman Şûramızı gerçekleştirdik. “5 Yıllık Plan, 25 Yıla Işık Tutsun!” diyerek ortaya koyduğumuz Şûra’nın sonuçlarını,
38 adet eylem planı haline getirerek tek tek uygulamaya başladık. Bunlardan biri de; Kamu, Özel Sektör ve Üniversite İşbirliği’nin Geliştirilmesi Eylem Planı idi.
İşte bugün, bu planın anlamlı bir eyleme dönüştüğüne hep birlikte şahit oluyoruz. Her fırsatta dile getirdiğim gibi; Üniversite, sanayii ve kamu işbirliği, Tarım-Orman Sektörünün gücünü belirleyen en önemli üçlüdür.
Ve Tarım-Ormanın gücü de; ekonomimizin, sanayimizin, sağlımızın, refahımızın ve huzurumuzun gücüdür. Malum olduğu üzere; 21. yüzyıl ve bilhassa 2020 yılı, kendine has, farklı bir yıl oldu.
İklim değişikliklerinin ve yer kabuğu hareketlerinin kuvvetli etkilerini yaşarken; yeni tip korona virüse hazırlıksız yakalanan dünya, bundan sonra yeni bir denge arayışı için çıkış yolu aramaya başladı. Görüyoruz ki; son 200 yıldır birbiriyle rekabet halinde olan küreselci, ulus-devletçi ve popülist hareketler, yeni güç mücadelesinin de başlıca aktörleri olacak. Muhakkak ki eski alışkanlıklar kolay terkedilmeyecek ama tarih; yeni yatağında, derin ve debisi yüksek bir biçimde akmaya devam edecek. Tabi bu akışın istikametini; bugünlerde alınan kararlar, bu süreçte uygulanan politikalar ve bundan sonra ortaya konulacak olan bilimsel, sosyal ve iktisadi duruş belirleyecek.
Pandemi sonrası dünyada, üç ana unsurun daha fazla önem kazanacağı açık. Bio-güvenlik, siber güvenlik ve gıda güvenliği, önümüzdeki on yılların gündemi olacak.
Tarım ve Orman Bakanlığı olarak, biz; 23,2 milyon hektarlık tarım alanı, 22,7 milyon hektarlık orman alanı, 14,5 milyon hektarlık çayır-mera alanı ile ülkemiz yüz ölçümünün neredeyse tamamına yakınında faaliyet gösteriyoruz. Ve gıda alanı ile de; topraktan çatala, barajdan bardağa, tohumdan ormana kadar, insan yaşamının her alanına ve her anına dokuyoruz.
İşte son 6 aylık süreçte yaşadığımız pandemi ise, her zaman ifade ettiğim gibi; tarımın ve gıdanın ne kadar stratejik bir alan olduğunu ve sorumluluklarımızın ne derece büyük olduğunu bir kere daha,
kuvvetle ortaya koymuştur. 2050 yılına gelindiğinde; Dünya nüfusunun 10 Milyar, Ülke nüfusumuzun ise; 100 milyonu geçeceği tahmin ediliyor. Nüfustaki bu artışın ve toplumların kalkınma sürecinin,
hem tüketimi artırdığı, hem de tüketici tercihlerini hızla değiştirdiği açık. Fakat buna rağmen üretim kaynaklarının da giderek azaldığını, israf edildiğini biliyoruz.
Her 9 insandan birinin açlıkla mücadele ettiğini, dünyada üretilen gıdanın 3’te 1’inin kullanılmadan yok olduğunu görüyoruz. İşte bu ters orantı, bizlere tek bir çıkış yolu bırakıyor: Acil tedbirler, akıllı planlamalar ve acil eylemler.
Ve biliyoruz ki bu üçlüyü harekete geçirecek olan yegâne yol da; araştırma-geliştirme, yani AR-GE faaliyetleri. Bu kapsamda biz de; son 18 yılda, tarım ve orman alanında birçok Ar-Ge projesine katkı sunarak, sektörün dünya ile rekabet edebilirliğinde araştırmacılarımızın ve paydaşlarımızın daima yanında olduk. Kısaca, özetleyecek olursam; Uluslararası seviyede 25 tarımsal Ar-Ge merkezi kurduk.
İki Tohum Gen Bankamızda 3.400 türü, 18 arazi gen bankamızda da 9.500 canlı örneği muhafaza altına aldık. TÜBİTAK-MAM işbirliğiyle 30 hayvan ırkına ait biyolojik materyali korumaya başladık.
Bakanlığımıza bağlı bütün araştırma enstitülerimizi üniversitelerimizin ve özel sektörün kullanımına açtık. Bu kapsamda özel sektörden toplam 31 Milyon Lira destek sağladık.
Bakanlık, özel sektör, üniversite ve STK’lar tarafından bu güne kadar hazırlanan 430 Ar-Ge projesine, toplam 90 milyon üzerinde destekleme ödemesi gerçekleştirdik. Yazlık yerli F1 hibrit sebze tohumu kullanım oranını, %10’dan %60’a çıkardık.
Geçtiğimiz kış; “Kışlık Sebze Yetiştiriciliğinde Hat ve Çeşit Geliştirme” projesini başlattık.
Mutlulukla ifade etmeliyim ki; ülkemizin ilk yerli ve milli traktörü için “Milli Elektrikli Traktör Prototipinin Üretilmesi ve Geliştirilmesi” projesini tamamlandık. İnşallah yakın bir zamanda seri üretime geçiyoruz. Bu arada küçük aile işletmeleri için de, 65 beygir gücünde; Elektrikli Bahçe Tipi Traktör Prototipi projesinin atölye faaliyetlerine başladık.
Yine çiğ süt kalitesini artırmak için de “Gezen Hibrit Sağımcı” projesini tamamlandık.
Otonom ilaçlama robotu ile değişken oranlı ilaç uygulama projesine başladık. Elektriği olmayan alanlarda sulama yapabilecek, taşınabilir Milli Güneş Pilli Sulama Makinesi geliştirdik
ve hamdolsun patentini aldık. İnşallah önümüzdeki dönemde de, farklı alanlarda 17 yeni Ar-Ge Merkezini daha açacağız. Tabi şu konuya dikkat çekmek istiyorum ki; Pandemi sürecinde Bakanlık olarak bizler de evvela bilim kurulumuzu oluşturduk. Malum; Viroloji Ana Bilim Dalı,
Veteriner Fakültelerinde ayrı bir Anabilim Dalı olarak yer almakta. Ve biz bu konuda 178 yıllık bir deneyime sahibiz.
Bu nedenle pandemi sürecinde, Pendik ve Etlik Veteriner Merkez Araştırma Enstitülerimiz ile TÜBİTAK ortaklığıyla, anti serum ve aşı çalışmalarına dâhil olduk. Yani özetle; Tarım ve Orman Bakanlığı, topluma ve insana dokunan her yerde. Tabi bu saydıklarım, Bakanlık olarak yaptığımız Ar-Ge çalışmalarından sadece bir kısmıdır. Önemle ifade etmek isterim ki; geçen 18 yılda olduğu gibi, biz bundan sonra da, bilimin ve bilginin hemen ardında, bilim insanlarımızın da hem yanında, hem arkasında olmaya devam edeceğiz. Bugün açılışını gerçekleştirmekte olduğumuz yerli enzim fabrika’mız inanıyorum ki; Kamu-Özel ve Üniversite işbirliğinin taçlandığı ebedi bir eser olarak,
inşallah çok büyük hizmetlerle anılacak. Çünkü tarım-orman sektörümüzün bütün paydaşları çok iyi bilirler ki; 19. yy son çeyreğinde keşfedilen enzimler ve enzim teknolojisi, gıda üretim teknolojilerinin geliştirilmesinde, gıda verimliliğinin arttırılmasında çok büyük önem arz etmektedir. Tarımda ağırlıklı olarak gıda ve yem sektörlerinde, tarım dışında ise; aşı, kâğıt, tekstil, deri, ilaç, kimya, biyoloji ve tıp gibi birçok alan ve sektörde kullanılan enzimler; daha basit ifadeyle verimliliği ve üretimi artıran,
maliyeti düşüren faydalı dostlarımızdır. Peki enzimler maliyeti nasıl düşürüyor.
Enzimler; bir gıda ürünü veya hayvan yeminin protein yapısıyla reaksiyona girerek, onu daha verimli hale getiriyor. Oluşan güçlü yapı, gıdaların sindirilme oranını arttırarak, insan vücudunun ihtiyacını daha kolay şekilde karşılıyor. Aynı şekilde, hayvan yemlerine katılan enzimler; sindirilebilirlik oranını ve yemin besleyici özelliğini de artırıyor. Örneğin hayvan beslemede kullanılan kaba yemde sindirilebilirlik oranı yüzde 40 civarında iken, enzim kullanılan yemlerde bu oran yüzde 60’a kadar çıkabiliyor. Yani daha az yem kullanarak, daha kısa sürede canlı ağırlıkta ve verimde artışlar sağlıyor.
Kısacası; zamanı daha etkin kullanarak, verimi ve üretimi artırıyoruz.
Ayrıca enzimler, biyokimyasal özellikleri ile diğer katkı maddelerine göre daha çevreci ve uygulaması kolay alternatiflerdir. Buradan şunun altını özellikle çizmek istiyorum; Enzim’de GDO bulunmaz.
Enzimler, mikroorganizmalardan elde edilen protein bazlı ürünler olduğundan ve DNA’sı bulunmadığından dolayı, GDO’lu ürünler sınıfında değildir. Aynen insan sağlığında kullanılan aşılarda ya da ekmekte kullanılan mayalarda olduğu gibidir. Bu nedenle güvenle, içimiz rahat olarak enzim kullanılmış ürünleri kullanabilir ve tüketebiliriz.
Tabi burada daha önemli bir hususun daha altını çizmekte fayda var: Dünya’da enzim sektörünün 8 Milyar dolar gibi büyük bir pazarı var. Önemli bir biyoteknoloji altyapısı gerektiren bu alanda
Kuzey Amerika, Kanada ve Danimarka’nın hâkim olduğunu görüyoruz. Tamamına yakınında dışa bağımlı olduğumuz bu alanda, biz de; yıllık 120 ila 150 Milyon dolar arasında ithalat yapıyoruz.
Ve bu pazarın yüzde 23’lük önemli bir kısmını gıda enzimleri oluşturuyor. Ülkemizde enzim ihtiyacının yaklaşık %35’i gıda sanayinde kullanılıyor. İşte bugün faaliyete geçen LİVZYM Biyoteknoloji Araştırma Geliştirme Fabrikası sayesinde Türkiye, enzim sektörüne hızlı ve kararlı bir giriş yapıyor.
İnşallah gıda, yem gibi birçok üründe enzim ihtiyacımızı, bundan sonra modern teknolojilerle, yerli ve milli üretimle karşılayacağız.
Teknolojik ara ürünlerde artan fiyatlardan da, tüketicinin nihai ürün bazında en az seviyede etkilenmesini sağlayarak, gıda ve yem güvenliğinde alt yapımızı daha da güçlendireceğiz.
Bu fabrikada ilk etapta, ülkemizde en çok kullanılan üç enzimin üretimi yapılacaktır. Kademeli olarak başlayan üretimle, öncelikle günlük 10 ton sıvı enzim üretimi ile ithalatın onda birini, bir yıl içinde 30 ton sıvı enzim üretimi ile ithalatın dörtte birini, üç yıl içinde ise firmanın ilave yatırımlarıyla beraber ithalatın önemli bir kısmını yerli üretimle karşılamayı hedefliyoruz.
Afrika’dan Rusya’ya kadar, bu bölgedeki ilk endüstriyel enzim fabrikası olan bu tesis, bundan sonra benzer fabrikaların artmasına öncülük edecektir. Böylece, 1,5 Milyara dolara ulaşan bölgesel enzim pazarında, Türkiye inşallah önemli bir ihracatçı ülke konumuna ulaşacaktır. Ben; ülkemiz tarım ve gıda sektörünün 2053, 2071 hedeflerine ulaşmasında katalizör olarak, biyoteknoloji alanını ve daha özelde de enzimleri görmekteyim. İnşallah bu yatırım; Ülkemizde biyoteknoloji alanının
üretim ve ticari olarak gelişmesine rehberlik edecek büyük bir hizmet olacaktır.
Ve inanıyorum ki; teknoloji ile tarımın yolunun kesiştiği projeleri, birer birer devreye aldıkça, sahaya indirdikçe; dünyayı doyuran ülke, Türkiye olacaktır. Bu hedef doğrultusunda gerek duyulan bazı yasal düzenlemelerin yapılması için çalışmalarımız devam ediyor. Bildiğiniz üzere ülkemizin değişik bölgelerinde, genellikle şehir merkezlerine yakın olan alanlarda tarım arazileri, “hobi” bahçesi adı altında ikinci konut alanına dönüştürülmekte. Hobi bahçeleri yasalara uygun olmayan, tarım alanlarının amacı dışında kullanılmasına yönelik planlamalardır. Bakanlık olarak bu ve benzeri durumlara mahal vermemek için tarım arazilerinde izinsiz ve plan dışı hareket edenlere yönelik yasa teklifimizi Gazi Meclis’imize sunduk.
Bununla birlikte üzerinde hassasiyetle durduğumuz bir konu daha var. Gıdada taklit ve tağşiş yapanlara karşı caydırıcı cezaların uygulanması konusu.
Sözlerime son vermeden önce çiftçilerimize de müjdeli bir haberim var. Bugün, 7 alanda daha çiftçilerimize destekleme ödemelerine başlayacağız. Bu kapsamda; 256 Milyon 370 bin Lira Çay Budama Tazminatı Desteği, 27 Milyon 500 Bin Lira Hayvan Hastalıkları Tazminatı, 1 Milyon 500 Bin Lira Geleneksel Zeytin Bahçelerinin Rehabilitasyonu Desteği, 1 Milyon Lira Toprak Analizi Desteği, 373 Bin Lira Organik Arıcılık Desteği, Kırsal Kalkınma Desteği ve Tarımda Uzman Eller Projesi kapsamında
54 Projeye 7 Milyon 500 Bin Lira olmak üzere toplam 294 Milyon 243 Bin Lira desteği bugün saat 18.00 itibariyle çiftçilerimizin hesaplarına aktarılacak. Üreticilerimiz, çiftçilerimiz bu ülke için üretmeye devam ettikçe, bizler de onları desteklemeye devam edeceğiz” dedi.
Konuşmaların ardından kesilen kurdele ile fabrikanın açılışı gerçekleştirildi.