İstanbul Kitaphane’nin bu haftaki kitapları;
1. Nehri Geçerken - Abdurrahman Arslan
Nehri Geçerken, Abdurrahman Arslan’ın çeşitli dergilerde yayımlanan söyleşilerinden ve dosyalarından oluşmakta.
Kur’an’da geçen bir kıssadan ismini alan kitabın ana teması modernizme tenkid. Arslan, modernizm ile birlikte teknoloji insanî değerlerini önemsi hale getirdiğini, dostlukların bittiğini, anlık hayatların olduğunu, Müslümanlar’ın modernitenin tahribarlarına karşı insanî ilişkileri muhafaza ederek aile ve arkadaşlık/dostluk bağlarını güçlü tutmalarını, akrabalık bağlarının kopup yabancılaşmanın baş gösterdiğini, insani ilişkilerin yerini teknolojik ilişkilerin aldığını, insanın değerlerini teknolojinin önemsiz hale getirdiğini ve hayatımızın her alanında diyalektiğimizi yenilememiz gerektiğini söyler.
Modernizmin ümmet, cemaat ve aile kavramlarını mahvettiğini ve bunun için de özgün duruşlar getirmemizi dile getirir.
2010 yılında yayımlanan Nehri Geçerken bir sekülerleşme sürecinin hikâyesidir.
2. Zengin Hayaller Peşinde - Cahit Zarifoğlu
Zarifoğlu Cahit’in gazete ve dergilerde yayımlamış olduğu sanat ve fikir yazılarından oluşan bir derleme kitap.
Zarifoğlu kültürümüzün sanattan ibaret olduğunu söyler ve sanata ağırlık verir ve şiir, hikâye, roman gibi edebi türler üzerine bizlere kapılar açar.
İncelik anlayışını bizlere kitaplarıyla sunan sessiz şairin bu kitabı da mütevazı bir köyde somun ekmeğini tarhanaya bandırmak gibi…
3. Ah Endülüs - Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma
İslam Tarihi’ne dâir birçok çalışmaya imza atmış ve hem İslam Tarihi’nin hem de peygamberimizi bizlere okutmuş olan Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma’nın kitaplarından biri de “Ah Endülüs”.
Endülüs’e doğru yola çıkan Sırma, Endülüs’teki tarihi bağlarımızı da geri getiriyor.
Sanatın merkezi olan ve medeniyetlerin gelip geçtiği Endülüs, artık bakıldığında “Ah Endülüs” denilecek duruma gelmiş.
Sırma, Endülüs’te olan bir dramı da şöyle dile getiriyor: “Endülüs Müslümanlarının Dramı’nı, Türkiye’deki Müslümanlara anlatan bir tarih sayfasında değil, aşufte bir İspanyol dansözünü seyrederken coşkuya kapılıp kendinden geçen Yahya Kemal’in ‘Endülüs’te Raks’ adlı şiirinde... Oysaki Yahya Kemal, yıllarca İspanya’da Türkiye’yi temsilen elçilik yapmıştı. Orada geçirdiği senelerde hiç mi Müslümanların Endülüs’te çektiklerini hatırlamadı?
Mamafih Yahya Kemal’in yaşadığı dönemde Türkiye’de Müslümanlara karşı fevkalade düşmanca bir siyaset güdülüyordu. Bundan dolayı, muhtemelen Yahya Kemal cesaret edip Endülüs Müslümanlarından söz etmemiştir. Ama Kurtuba camiini, el-Hamra sarayını gören bir şair, üstelik Müslüman bir şair, nasıl olur da bir iki beyit kaleme almaz, aklım almıyor.”
İhsan Süreyya Sırma bir de kitabın başına Amin Maalouf'un şu değerlendirmesi koyar:
“Hiç bir din müsamahasızlıktan arî değildir. Fakat birbirine “hasım” olan bu iki dinin (İslâm ve Hıristiyanlık) bir bilançosunu yapacak olursak İslâm, hiç de kötü görünmüyor. Şayet benim atalarım, Müslüman orduları tarafından fethedilmiş bir ülkede yaşayan Hıristiyanlar olma yerine, Hıristiyan orduları tarafından fethedilmiş bir ülkede yaşayan Müslümanlar olsalardı, zannetmiyorum ki on dört asırdan beri inançlarını koruyarak şehir ve köylerinde yaşamlarını sürdürebilmiş olsunlar. Sahi, İspanya Müslümanlarına ne oldu? Ya Sicilya Müslümanları? Bir tek kişi kalmayıncaya dek kayboldular, soykırıma tabi tutuldular, sürgüne ya da vaftiz olmaya zorlandılar.”