Prof. Dr. Ali Büyükaslan, Sosyal Medyada Yapılan Koronavirüs Paylaşımlarına Şüpheyle Yaklaşılması Gerektiğini Söyledi. Büyükaslan, “Sanal Alemin Sanal Uzmanlarının Yaptığı Paylaşımlardan Doğru Bilgiye Ulaşamayız” Dedi.
Prof. Dr. Ali Büyükaslan, sosyal medyada yapılan koronavirüs paylaşımlarına şüpheyle yaklaşılması gerektiğini söyledi. Büyükaslan, “Sanal alemin sanal uzmanlarının yaptığı paylaşımlardan doğru bilgiye ulaşamayız” dedi.
Koronavirüsün ortaya çıktığı ilk günden bu yana sayısız komplo teorileri ve sahte haberler özellikle sosyal medyada yayılabiliyor. Belirsizlik durumunda paniğe neden olan yanlış bilgiler ve dezenformasyon haberler, yeni tip koronavirüsün ortaya çıkmasından bu yana tüm dünyada çevrimiçi ortamlarda giderek yaygınlaştı. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) salgın dönemindeki dezenformasyona “infodemik” kavramını yakıştırırken kendi web sitesinde doğru-yanlış bilgileri yayınlamaya başladı.
“İnfodemik” ile mücadelede neler yapılabilir, bilginin doğruluğu nasıl kontrol edilir gibi soruları cevaplamak amacıyla açıklamalarda bulunan İstanbul Medipol Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Büyükaslan bazı önerilerde bulundu.
Sosyal medyanın enformasyonu dezenformasyona dönüştürmenin en kolay yolu haline geldiğini ifade eden Büyükaslan, “Doğruluğu teyid edilmeyen hiçbir şeyin ne bilgi olarak ne de haber olarak değeri yoktur. Bir bilginin doğruluğuna sanal alemin sanal uzmanlarının yaptığı paylaşımlardan ulaşamayız” dedi.
“Sağlıklı bilgi almanın tek yolu merak değildir”
İnsanların komplocu yaklaşımlara her zaman merak duyduğunu kaydeden Büyükaslan, bu süreçte devletin resmî açıklamaları dışında yapılan bütün paylaşımlara kuşkuyla yaklaşılması gerektiğini söyledi. Merak duygusunun sağlıklı bilgi almanın tek ve gerçek yolu olmadığını ifade eden Büyükaslan şöyle dedi: “Sosyal ağlardaki dezenformasyon neredeyse koronavirüs kadar tehlikeli. Bu tehlike kâh bilinçli olarak belli merkezlerden üretilir kâh bilinçsiz medya kullanıcıları tarafından üretilir. Bu üretime en büyük katkıyı da bilinçsiz medya kullanıcıları verir. Tehlikeyi büyüten, tehlike kaynağının doğruluğunu araştırmadan onu yayanlardır. Bu da en basit ifadeyle ‘Bilmediği, anlamadığı şeylerin peşine düşmek’ olarak açıklanabilir. Şüpheli olan, komplocu olan kendine yer edinmek için yasal, resmî ve uzmanlardan gelen düşüncelerin karşısında kendini konumlandırır. Dolayısıyla yasal olanı kabul etmek istemez. Bilişim çağı bilgiye ulaşımı hızlandırdı ve görece kolaylaştırdı. Ancak bu bilginin doğrulu ve güvenilirliği tartışmaları beraberinde getirdi. Bu süreçte devletin resmi kanalları başta olmak üzere alanında yıllarca eğitim almış, çalışmalar yapmış kişilerin bilgilerine güvenerek asılsız iddiaların karşılık bulmasına engel olabiliriz.”
“Ayrıştırıcı dilden uzak durmalıyız”
Salgın sürecinde ayrıştırıcı dilin önüne geçmek için kurumlara ve bireylere görevler düştüğünü de kaydeden Büyükaslan, sorumluluk sahibi her insanın bu dilden uzak durması gerektiğini belirtti. Türkiye’nin siyasi ve sosyal yapısına bir süredir ayrıştırıcı dilin hâkim olduğunu ifade eden Büyükaslan şöyle devam etti: “Ayrıştırıcı dil sadece ötekileştirmekle kalmıyor, aynı zamanda bir düşman oluşturuyor karşısında. Sorumluluk sahibi her insanın bu dilden uzak durması asgari vatandaşlık görevidir. Bu dilin önlenmesinde hangi kademede olursa olsun; siyasetçilere, bürokrasiye, STK’lara önemli görevler düşmektedir. Yine yeni medya mecralarında kendilerini çok sayıda takipçinin izlediği youtuberlar, influencerlar, fenomenler ayrıştırıcı bir dil kullanmaktan kaçınmalı, birlik ve beraberliği teşvik edici bir dil tercih etmelidirler. Bu dönem devlet-vatandaş iş birliği ile aşılabilir.”
“Milli birliği bozacak tehditlerin önüne geçilmelidir”
Her devletin, milli birlik ve beraberliğini bozmaya yönelik tehditlere karşı refleksler geliştirmesinin anlaşılabilir ve kabul edilebilir olduğunu kaydeden Büyükaslan, bu tehditler hangi ortamda yapılırsa yapılsın önüne geçilmesi gerektiğini kaydetti.
Tehditlerle mücadele edilirken insanların haberleşme hürriyetini engelleyecek, zihinlerde soru işareti oluşturacak yaptırımlara ise gidilmemesi gerektiğini kaydeden Büyükaslan, “Toplumsal barışı, bireylerin hak ve özgürlüklerini hiçe sayarak kendi özgürlüklerinin sınırları içinde gören bir anlayışa dikkat edilmesi, hangi mecrada olursa olsun, sınırlarının çizilmesi gerekir. Bu bağlamda sonsuz ve sınırsız, manipülatif bir dille üretilmiş masabaşı bilginin, gerçeğin yerini almasının önüne geçilmelidir. Aksi takdirde içten içe kaynatılan sosyal kargaşanın fitilini ateşleyecek bir zemin oluşturulması engellenemez. Her ne kadar sosyal medya gerçekliği tek ve tartışmasız gerçeklik değilse de günümüz insanının örgütlenmesinde önemli bir aktör olarak öne çıkmaktadır. Buradaki hassas nokta, insanların haberleşme hürriyetini zedeleyecek, bu konuda zihinlerde soru işareti oluşturacak yaptırımlara gidilmemesi; bununla birlikte sosyal medyada paylaşımın, haber ve bilgi üretiminin de sınırsız ve sorumsuz özgürlük olarak kullanılamayacağı gerçeğinin göz önünde bulundurulması gerekir” ifadelerini kullandı.