Yakın Doğu Üniversitesi Basın ve Halkla ilişkiler Müdürlüğü'ne açıklamalarda bulunan Dr. Özgür Altmışdörtoğlu şöyle konuştu: ‘’Kolorektal kanserler, kolon (kalınbağırsak) ve son bağırsak (rektum) kanserlerini içeren hastalık grubudur. Makat girişinden sonraki ilk 15 cm’lik kısım rektum (son bağırsak) ve daha ileri kısımlar için kolon (kalın bağırsak) tanımı kullanılır. Erkeklerde daha sık olmakla birlikte, Avrupa verilerine göre her 20 erkekten birinde ve her 35 kadından birinde hayatının bir döneminde bu kanser tipiyle karşılaşma riski vardır. Kolorektal kanserler gelişmiş ülkelerde ve şehirlerde yaşayanlarda daha sık görülmektedir. Hastalık genel olarak 50 yaş ve üzerinde sık olmakla birlikte 40 yaş altında oldukça nadirdir.’’
Açıklamalarına şu şekilde devam eden Altmışdörtoğlu: ‘’Bugün kolorektal kanserlerin nasıl geliştiği ile ilgili çok net verilerimiz olmasa da, bazı risk faktörlerinin bu kanser tipinin gelişimini hızlandırdığı ya da gelişme riski arttırdığını bilmekteyiz. Ancak hiçbir risk faktörü tek başına kanser gelişmine yol açmamaktadır. Bugünkü bilgilerimiz ve tüm kanserler için de geçerli olan, kanserin multifaktöriyel (çoklu faktörler) sebepler sonucunda geliştiğidir, yani tek bir nedenden ötürü kanser gelişmez. Yüzde 80 hastada sporadik denilen rastlantısal şekilde gelişmekte ve grupta aile öyküsü bulunmazken, yüzde 20 hastada heredite (kalıtsal) yani aile geçişli nedenlerle hastalık gelişmektedir’’ diye konuştu.
Hastalığın gelişiminde başlıca rol alan risk faktörlerini sıralayan Altmışdörtoğlu, ‘’Diyet, kolorektal kanser gelişiminde en önemli risk faktörüdür. Özellikle kırmızı et, işlenmiş et ürünleri gibi yüksek yağ içerikli ürünler, lifli gıdalardan (sebze, meyve, kepek gibi) fakir beslenme ve yoğun alkol tüketimi bu hastalığın gelişme riskini arttıracaktır. Obezite (şişmanlık) ise bir başka risk faktörüdür. Hareketten ve spordan uzak, az hareketle karakterize bu yaşam tarzı riski arttırır. Tip II Şeker Hastalığı da kanser riskini arttıran bir diğer sebeptir. Hemen tüm kanserlerde etken olarak gördüğümüz sigara kolorektal kanserin öncü lezyonu poliplerin gelişime yol açarak riski arttırır. Yaş ilerledikçe kolorektal kanser görülme sıklığı da artar. Daha önceden geçirilmiş kolorektal polip öyküsü olması, daha önce kolorektal kanser öyküsü olması, ailede kolorektal kanser öyküsü olması durumlarında ve lenfoma, testis kanseri ve endometrium (rahim kanseri) geçirenlerde bu hastalığın gelişme olasılığı daha yüksektir. Ülseratif kolit ve Crohn Hastalığı olanlarda risk yüksektir’’ diye konuştu.
Kolorektal kanser gelişim riskini azaltan durumlara da değinen Altmışdörtoğlu, ‘’Sebze, meyve ve tam tahıllı ürünlerin kullanılması, fiziksel aktiviteler yapılması, şayet kullanım için sakınca yoksa, kullanılan aspirin kanser öncülü olan polip gelişimini azaltarak koruyucu etki gösterir’’ ifadelerinde bulundu.
Kolorektal kanserlerde erken evrede klinik belirtilerin çok özgül olmadığını ve bu nedenle tarama programı önemli olduğunu dile getiren Dr. Özgür Altmışdörtoğlu kolorektal kanser risklerini ise şu sözlerle anlattı: ‘’En sık ilk semptom bağırsak alışkanlıklarında değişikliklerdir. Dışkıda mikroskobik veya gözle görülür kanama olması en sık doktora başvurma sebebidir. Karında genel huzursuzluk hali olması, gizli ya da aşikar kanama nedeniyle sürekli yorgunluk hissi ve ileri evrelerde izah edilemeyen kilo kaybı da bu kanser türünün belirtileri arasında yer alır.’’ Özellikle bayan hastalarda aynı anda ikinci bir kanser olarak meme, yumurtalık ve endometrium (rahim) kanseri ile karşılaşılabilineceğinin de altını çizen Altmışdörtoğlu, bunun sebebini kanserlerin sebeplerinin ortak olmasına bağladı.
Kolorektal kanserlerin tanı aşamasında öncelikli olarak tam bir fizik muayene yapılması gerektiğini belirten Altmışdörtoğlu, ‘’Endoskopik inceleme (Kolonoskopi-Rektosigmoidoskopi, bu hastalıkta asıl tanı yöntemidir ve ışıklı bir aletle bağırsak içine bakılması işlemidir. İşlem öncesi ağrı kesiciler ve hafif bir sedasyon (Merkezi sinir sisteminin orta dereceli bir baskılanması olup hastanın uyanık, rahat ve sakin bulunması durumu) ile işlem hasta açısından konforlu hale getirilir, bu nedenle işlem esnasında ağrı ve gerginlik hali görülmez, anestezideki gibi tam bir bilinç kaybı olmadığından işlem sonrası kısa sürede hastaneden taburcu olunur. Endoskopi ile çıplak gözle tüm lezyonlar görülebilir ve polip varsa çıkartılabilir, kanser ya da kanser şüphesi olan kitlelerden biyopsi alınır. Diğer bir yol ise radyolojik incelemelerdir. Bu kapsamda yapılan BT (Bilgisayarlı Tomografi) kolonografi, her hastada yapılan rutin bir işlem değildir.
Sanal kolonoskopi olarak da bilinen yöntemdir. Özellikle tümörün bağırsakta tıkanma yapması sonucu kolonoskopinin yapılamadığı durumlarda, cerraha ameliyat öncesi yol göstericidir. Evreme amaçlı yapılan tomografiden farklı bir yaklaşımdır. Çift kontraslı kolon grafisi ise baryum ve hava ile bağırsaklar doldurularak yapılan tetkiktir. Özellikle kolonoskopinin gelişmesi ve yaygınlaşması nedeniyle tarihsel bir önem taşımakta olan eski bir yöntemdir. Laboratuarlarda yapılan rutin kan testleri de yine tanı için kullanılabilir. Bnun yanı sıra CEA adı verilen tümör belirteçlerinin ölçülmesi hastalığın gidişi ya da takipte kullanılır. Histopatolojik inceleme ile alınan parçanın iyi ya da kötü özellikte olup olmadığını incelemek amacıyla yapılan ve asıl kanser tanısı koyduran yaklaşım da tanı için kullanılan bir yoldur’’ diyerek sözlerini sürdürdü.
Kolorektal tümörlerin, prostat, meme ve serviks (rahim ağzı) kanserinde olduğu gibi tarama ile hastalık ilerlemeden erken evrede tespit edilen bir tümör tipi olduğunu vurgulayan Altmışdörtoğlu, ‘’En sık 50 yaşından sonra görülürler, bu nedenle tarama 50 yaşında başlar ve 1-2 yıllık aralıklarla ortalama 74-75 yaşa kadar sürdürülmelidir’’ dedi.
Tanı aşamasının ardından öncelikle hastalığın hangi evrede olduğunun belirlenmesi gerektiğini söyleyen Altmışdörtoğlu, ‘’Bu amaçla ultrason (USG), tüm vücut tomografisi (BT), Magnetik rezonans (MRI) ve pozitron emisyon tomografisi ( PET-BT) gibi yöntemler kullanılır. Evrelemedeki amaç, benzer evrelerdeki etkin tedavi yöntemlerinin daha önceden belirli olması ve tedavinin buna göre uygulanması amacıyla yapılır. Böylece aşırı tedavi uygulamaları ya da eksik tedavi uygulamaları önlenmiş olur. Kolorektal kanserlerin tedavisinde ana tedavi cerrahidir. Kemoterapi ya da radyoterapi gibi tedavi yaklaşımları adjuvan dediğimiz tamamlayıcı yaklaşımlardır.
Radyoterapi lokal bir tedavi olup sadece uygulandığı alanda etki eder ve hastalığın aynı yerde tekrar etme olasılığını sıfıra yakın şekilde engeller. Kemoterapi ise sistemik bir tedavi olup dolaşıma karışmış ve başka yerleşmiş olan radyolojik tetkiklerde görülemeyen mikroskobik hastalığı yok etmek amaçlı uygulanır. Özellikle rektumda yerleşmiş, ameliyatla tam çıkarılamayacak büyüklükte ya da ameliyat öncesi tetkiklerde lenf nodlarına yayılım gösteren kanserlerde ya da anüse yakın tümörlerde, neoadjuvan tedavi denilen ameliyat öncesi radyoterapi ve kemoterapi uygulamaları ile tümörün küçülmesi, makatın korunması amacıyla yapılabilir. Diğer kanser tiplerinden farklı olarak karaciğere sirayet etmiş tek ya da birbirine yakın metastazlarda ameliyat içinde ayrıca karaciğerdeki yayılım-metastaz odakları da ameliyatla çıkartılır’’ diye konuştu.
Dr. Özgür Altmışdörtoğlu son olarak hastalıkla ilgili şunları söyledi: ‘’Hastalığın ilk belirtileri belirsiz ve sinsi seyirli olduğundan 50 yaşından sonra tarama programına katılmak en önemli yaklaşımdır. Tümör belirteçleri (CEA gibi) tarama amaçlı kullanılmaz, tanı ve takipte kullanılan bir laboratuvar testidir. Her hastaya evreleme yapılarak tedavisi düzenlendiğinden her hastanın tedavisi aynı evreler haricinde farklılık arz edecektir. Rektum kanserinde radyoterapi çok sık kullanılırken, kolon kanserinde çevredeki riskli organlar nedeniyle çok nadir vakada radyoterapi uygulanmaktadır. Düzenli yapılacak egzersiz ve sebze-meyve ağırlıklı beslenme başta kolorektal kanserler olmak üzere çoğu kanser tipi için koruyucu özellik taşımaktadır.’’
Kaynak: IHA
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...